Dramatist Türkiye
Dramaturji: Ses ve Söz
Bölüm 7: Onur Gazdağ / Tanımlanmanın Eşiğinde
0:00
-25:52

Bölüm 7: Onur Gazdağ / Tanımlanmanın Eşiğinde

Onur Gazdağ, tiyatroda meslek standartlarının nasıl belirlendiğini, hak taleplerinin neden tanıma ihtiyaç duyduğunu ve bu sürecin dayanışmayla nasıl iç içe geçtiğini anlatıyor.

Yaşam Özlem Gülseven: Herkese merhaba, ben Dramaturji: Ses ve Söz’den Yaşam. Bugün Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi’nin Ankara temsilcisi sevgili Onur Gazdağ ile birlikteyiz. Hoş geldin, Onur!

Onur Gazdağ: Hoş bulduk!

Yaşam: Nasılsın? Nasıl gidiyor her şey?

Onur: İyi gidiyor. Standart sorunlar hep… Tabii ki, tiyatro devam ediyor. Ama burada olduğum için, seninle olduğum için ben de çok mutluyum.

Yaşam: Burada olduğun için ben de mutluyum. Senin de içinde bulunduğun Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi, son dönemde Mesleki Yeterlilik Kurumu’yla çok uzun bir çalışma yürüttü. Bu sayede tiyatro alanında çok önemli bir gelişme oldu: Bu çalışma sonucunda alandaki bazı mesleklerin resmi, standardize edilmiş tanımlara kavuştuğunu görüyoruz. Bunlar 12 Ocak 2025 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlandı. Bugün bütün bu süreçleri konuşmak istiyorum seninle. Şöyle başlayabiliriz: Bütün bu süreç nasıl başladı? Mesleki Yeterlilik Kurumu’yla mesleğin standartlarına dair böyle bir çalışma yürütme ihtiyacı nasıl ortaya çıktı?

Onur: Aslında bu ihtiyaç sürekli var olan bir ihtiyaçtı. Çünkü Türkiye’deki yasalar bu konuda çok eski tarihlerde düzenlenmiş ve o şekilde kalmış. Türkiye hiçbir zaman kültür ve sanatı, sanatçıyı gündemine alamadığı için, yıllar boyunca bu durum öylece sabitlenmiş. Genellikle devlet tiyatroları ya da kurum sanatçıları dikkate alınarak tanımlar yapılmış. Çünkü uzun bir süre boyunca bağımsız ya da özel tiyatroların, bağımsız sanatçıların var olmadığı bir dönem yaşanmış. Türkiye bu konuyu hiçbir zaman gündemine alamamış aslında. Fakat olağanüstü hallerde bunun ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu daha net fark ettik. Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi, geçtiğimiz pandemide kurulan bir inisiyatifti. Çünkü o dönemde, hayatın neredeyse durduğu bir anda, devletle kurulan ilişkide hep “bilinçli bir hoşgörü”1 alanında dolaşmaktan çok sıkıldık. Tiyatrocu olduğumuz için, resmi olarak değil, hep dolaylı biçimde muhatap alınıyorduk. Peki tiyatrocu kim? Elbette herhangi bir şeyi meslek olarak tanımlamanın zor olduğunu biliyorum—özellikle de sanat alanında. Örneğin Öğretmenlik Meslek Kanunu da tartışmalı bir süreçtir. Çünkü öğretmenlik dediğimiz şey, aslında insanın doğasında var olan bir yetidir. Hiç kimse sayıları bir öğretmenden öğrenmemiştir. Aynı şekilde sanat bir yeti olduğu için kimin sanatı yaptığını, yapamadığını belirleme süreci çok zorlu ve tartışmaya da çok açık. Fakat olağanüstü hallerde karşılaşılan zorluklar da bunu katlıyor. Çünkü biz tanımsız bir alanda bir yerlere dâhil olamıyoruz. Hak talebinde de bulunamıyoruz. Çünkü biz kimiz, kaç kişiyiz? Tırnak içerisinde, sektörde ne kadar bir “pay” elde ediyoruz? Kaç kişiyi etkiliyoruz? Kaç kişi bu yapılacak düzenlemelerden faydalanacak?

Devlet aklında her zaman sayılar ön plandadır. Böyle bir sayı oluşturamamanın sıkıntısını çok yaşadık bu süreçte. Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi’nde bugüne dek birçok deneme ve yasa çalışması yapıldı. Ancak bunların pratikte ciddi zorlukları vardı. Çünkü meclisten bir yasa çıkarmak; o yasanın hazırlanması, bunun için bir komisyon kurulması, genel kurula gelmesi, oylanması ve ardından Cumhurbaşkanı onayı gibi aşamaları içeriyor. Bu da çok uzun bir süreci ve ciddi bir zamanı gerektiriyor, ki bu alana ne yazık ki böyle bir zaman ayrılamadı, ayrılmadı. Tüm bu süreçler denenmiş olsa da, sadece sağlık sigortası değil, iş güvenliği gibi alanlarda da ciddi eksiklerimiz olduğunu fark ettik. Mevcut yasalar tiyatro sahnesine uygulanamıyor. Mesela her yerde aynı örneği veriyorum, Romeo ve Juliet’te, Juliet’in baret takması gerekiyor. Çünkü iskelede çalışan bir işçi olarak tanımlanıyor. Juliet’e baret taktıramayız. Takılamadığı için ceza da yazılamaz, bütün dünyaya haber olur. İşte o “bilinçli hoşgörü alanı” dediğimiz alan bu. Ama biz o bilinçli hoşgörü alanında olmak istemiyoruz. Aynı düzenlemelerle bizim de iş ve işçi güvenliğimizin sağlanması gerekiyor.

Bu süreçte, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nin eski başkanı Ragıp Ertuğrul’un önerileri ve özverisiyle bir adım atmış olduk. Ragıp’ın kaybının ardından, bu süreç bize bir miras gibi kaldı. İnisiyatif yürütme kurulu üyeleri olarak biz de bu çalışmaları sürdürdük. Bazı meslekleri belirledik ve bu meslekler üzerinden Mesleki Yeterlilik Kurumu’yla bir çalışma başlattık. Elbette bu, bizim için de bir öğrenme süreciydi. Bu ihtiyaçlar doğrultusunda, öncelikle ilgili uzmanların ve Mesleki Yeterlilik Kurumu’ndan bir moderatörün katılımıyla toplantılar düzenlendi ve bu toplantılar aracılığıyla meslek standartlarını belirleme sürecine girildi.

Yaşam: Peki burada kimlerle birlikte çalışıldı? Nasıl ilerlettiniz o süreci?

Onur: Biz alandan akademisyenlerle, alandaki mesleklerini icra eden arkadaşlarla görüştük. Bunlardan kimileriyle, müsait olanlarla… Çünkü bunlar uzun da sürecek çalışmalardı. Dramaturgluk konusunda Eyüp Onat, Mesleki Yeterlilik Kurumu’ndan, moderatörlüğümüzü yaptı. Uzman olarak da Prof. Dr. Tülin Sağlam, dramaturg Dilek Tekintaş ve dramaturg Gökhan Aktemur bize eşlik etti. Aynı şekilde, inisiyatifin yürütme kurulu üyelerinden bazıları da bu standart belirleme sürecinde yer aldılar. Ve bu standartlar o uzmanlarca belirlendi. Ardından ulaşabildiğimiz bütün meslek kurumlarının iletişim bilgileri Mesleki Yeterlilik Kurumu’na iletildi ve onlar tarafından, resmî bir mail yoluyla, meslek örgütlerine, derneklere, inisiyatiflere, platformlara bu standartlar sunuldu. Sonrasında Ankara’da, benim ve Eyüp Bey’in moderatörlüğünde bir toplantı alındı, yüz yüze. O toplantıda da meslektaşlardan gelen sorular yanıtlandı ve bir itiraz süreci doğdu. Yani askıda kalan bir standart vardı; bu itiraz sürecinde itirazlar olsaydı, tekrar değerlendirmeye alınacaktı ve standartlar tekrar belirlenmeye başlanacaktı. Bu standartlara itiraz gelmeyince de Resmî Gazete’de yayınlanmış oldu.

Yaşam: Bunu biraz açabilir misin? Neye itiraz edilebilirdi? Aslında standartlardan biraz bahsedebiliriz bu noktada. Biz şu an oyun yazarlığı ve dramaturji özelinde konuşuyoruz ama siz çok daha geniş bir çalışma yürüttünüz. Burada aslında her alan için bu alana özgü isimlerle çalışıldı değil mi?

Onur: Kesinlikle. Her alanın kendi uzmanıyla çalıştık. Şimdi, bu süreç bir taraftan baktığımızda... tiyatroda her ne kadar dayanışmanın, kolektif ruhun bir arada olduğunu düşünsek de, bunun kişilerin inisiyatifinde devam etmesi gerektiğini söylüyoruz. Çünkü bazı alanlarda, hepimiz yaşamışızdır, tiyatroya oyuncu olarak girersiniz ama sizin iş tanımınızda olmayan, yetkinliğinizde olmayan alanlara da işveren tarafından yönlendirilebilirsiniz. Birincisi, bu detayı vurgulamamızın sebebi şu: Türkiye’de her ne kadar meslek kodları bulunsa da, o kodlara herkes dahil olabiliyor. Yani bir işveren, herhangi birini ‘dramaturg’ meslek koduyla çalıştırabiliyor. Ve bu durum, bu süreçte birçok farklı soruna sebep olabilir.

Yine olağanüstü bir hâle dönelim: pandemi sürecine. Mesela basit bir şey, aşılanma meselesi. Çünkü bir taraftan mesleğini devam ettiren sanatçılar var ama aşılanmaları gerekiyor. Bu süreçte yaşadığımız şey şuydu: Tamam, meslek kodu “oyuncu” olanlara öncelik tanınsın. Ama bu süreç aynı zamanda sömürüye de çok açık bir süreçti. İşveren, aşı olmak isteyen herkesi “oyuncu” koduyla sigortalayabilirdi. Mesela o dönem baktığımızda, Türkiye’de resmî olarak sadece 50 küsur dramaturg görünüyordu. Ve ne yazık ki, bu sayı devlet için küçük bir sayı. Herhangi bir yasayı yalnızca 50 kişi için değiştirmeye yanaşmayabilir.

Biz de bu süreçte, neleri deneyebiliriz diye düşündük. Avrupa Birliği ile uyumlu çalışan, daha bağımsız ve özerk bir kuruluş olan MYK ile çalışma kararı aldık. Bu sürecin ilk etabı ise bir standardın belirlenmesiydi. Peki biz bu standartlarla neyi belirledik? Bir dramaturg ne yapar? Bir dramaturgdan ne beklenir? Birincisi, tabii ki genel olarak bütün mesleklerde olduğu gibi, iş ve işçi güvenliği konusunda bilgili olması bekleniyor. Bunun dışında, dramaturgun dil bilgisine hâkim olması, tiyatro tarihini bilmesi, Türkiye tiyatro tarihine aşina olması, ekip içinde uyumlu çalışması, disiplinli olması gibi maddeler de bu standartta yer alıyor.

Peki, bu standarttaki maddeler neleri etkiler?

Meslek tanımını oluşturabilmemiz için üç aşama var: Birincisi, standartların belirlenmesi. İkincisi, bu standartlara kim sahip, onun belirlenmesi. Üçüncüsü ise kişinin hangi aşamada olduğu, yani usta mı, çırak mı, kalfa mı gibi düşün. İlk belirlediğimiz standartlar, ikinci basamağı oluşturuyor aslında. Yani sen üniversite mezunu olabilirsin, “Ben dramaturgum” diyebilirsin. Ama bu ikinci aşamada, yani “Kim dramaturgdur?” sorusuna cevap verirken, bizim başta belirlediğimiz standartların dışına çıkılamıyor. Yani, eğer biz o standartlara “İngiltere tiyatro tarihini bilir” diye bir madde koymadıysak -ki koymadık- kimse sana İngiltere tiyatrosundan soru soramaz. Çünkü biz ikinci aşamayı belirlemiş olduk aslında. “Bir dramaturgda aranan özellikler bunlardır; siz bir dramaturgu seçmek için bu hattın dışına çıkamazsınız.” Bu aslında sürecin basit aşaması.

Asıl zorlayıcı olan ise ikinci aşama. Çünkü bu nasıl işleyecek? Sınavla mı olacak, mülakatla mı? Ve bu jüride kimler olacak? En çok zorlanacağımız kısmın burası olduğunu düşünüyorum. Yine, “sanatçı” kavramı nasıl değerlendirilecek, bu da tartışmaya çok açık bir konu. Biz bu masalardayken hep şunu konuştuk: Aşık Veysel sanatçıdır. Onun ilkokul mezunu olması, okumayı yazmayı bilip bilmemesi ya da konservatuvar mezunu olup olmaması bizim gündemimiz değil. Aşık Veysel gibi biri geldiğinde, onun sanatçı olduğunun zaten bilinmesi gerekir. İkinci belirleme aşaması yine en çok sıkıntıya düşebileceğimiz alanlardan biri. Çünkü “Kim kimi değerlendirecek?” ve “Nasıl değerlendirilecek?” sorularına giriliyor.

Bizim arzu ettiğimiz şey, bu süreçte gerçekten sanat yapan, sanat ürettiğini ispat edebilen kişilerin bu meslek tanımı içerisinde yer alabilmesini sağlamak.

Çünkü şunu da istemiyoruz: Bir kişi bir dönem okuldan mezun olmuştur, üzerinden 20 yıl geçmiştir ama hiç üretim içinde olmamıştır. O zaman bir bakılmalı, son 5 yılda ne üretti? Biz genellikle daha çok nicel veriler üzerinden hareket edilmesi gerektiği eğilimindeyiz. Tabii ki buna da, yine bütün meslek dallarındaki dramaturgların ortak kararıyla ulaşılmalı. Mesela bu konuda Dramatist gibi oluşumlar çok önemli. Biz bu çalışmalar yapılırken elimizdeki tüm bilgileri, resmî kanallar yoluyla tüm kurumlara ve oluşumlara şeffaf bir şekilde ulaştırdık. Ama özellikle metin yazarlarında, dramaturglarda böyle bir mesleki dayanışma, bir birliktelik olmadığı için hiç haberleri olmayabiliyor.

Yarın bir gün bu aşamaya gelindiğinde… Belki süreci yine Mesleki Yeterlilik Kurumu yürütür, belki Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi olur, belki dramaturgların kendi kurduğu bir yapı bu süreci devralır. Orada, gerçekten çok şeffaf bir şekilde, uzun bir süre boyunca itiraza açık olarak askıda kalıyor zaten.

Yaşam: Aslında burada hepimiz için hazırlanmış bir altyapıdan bahsediyoruz. Bu, bir başlama aşaması. Buna niyet etmek ve süreci devam ettirip sonuca ulaştırmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum—her ne kadar ikinci aşama çok kritik olsa da. Ama bir yandan çok katılıyorum: Bence de asıl zorlayıcı olacak süreç, kişinin bir şekilde sınava tabi tutulduğu ya da bir mülakata dâhil olduğu kısım olacak. Şu an bu aşamanın zamanlamasıyla ilgili ne düşünüyorsun? Gelecekte böyle bir şeyin görünür olma ihtimali var mı?

Onur: Talep olursa… Şu an bu aşama da yeni. Bu, benim kişisel fikrim. Ama sektör olarak da biraz bunun benimsenmesi gerekiyor. Bu oluşsun, tanınsın, bilinsin. Çünkü çok tartışmaya açık bir konu. Önce bir bunu sindirelim. Bizim yaptığımız şeyler üç günlük, beş günlük mevzular değil. Çünkü atılan adımlar, geçmişte olduğu gibi, belki 50-60 yıl kalacak. O yüzden, bütün mesleğin hem güncel koşullarla hem de gelecekte oluşabilecek süreçlerle birlikte bunu değerlendirmesi lazım. Şu aşamada, bunun bir şekilde duyulması, bilinmesi gerekiyor. Yani bir dramaturgun bu standartlara bir yerden ulaşabilmesi gerekiyor. Çünkü bir dramaturgun ne şekilde değerlendirileceğini 10 kişi, 20 kişi belirlememeli. Bütün sektör bileşenleri oturmalı. Sadece dramaturglar değil; belki yönetmenlerin dramaturglardan beklentileri, oyuncunun, metin yazarının beklentileri... Tüm bu meslek grupları bir araya gelirse, bu süreç çok daha sağlıklı ilerleyebilir.

Yaşam: Evet, aslında burada, yani Dramatist’te, ilk konuştuğumuz zamanlarda bu deneyim paylaşımını ben de biraz öyle bir yerden önemsiyordum. Çünkü burada ne yazılı, ne sözlü, ne de sesli herhangi bir kayıt yok. Yani bir arşiv yok. Biraz daha arşivlenmeli gibi geliyor. Çünkü Türkiye’de, en azından bu alanlarla ilgili, çok derin araştırmaların yürütüldüğü, akademik anlamda konu edilmiş, sektörün problemlerinin tartışıldığı, yayımlanmış araştırma sayısı gerçekten çok az. O yüzden çok katılıyorum. Bu tür alanların giderek artması, başka başka insanların katkı sunması, hatta senin bahsettiğin bu süreci başkalarının sırtlanması ya da var olanlara destek olunabilmesi çok kıymetli. Çünkü bunlar gerçekten çok zaman alan süreçler aynı zamanda.

Onur: Bu yola gitmeye karar vermek bile iki yılımızı aldı bizim. Çünkü dünyayı araştırıyoruz; dünyada bu işler nasıl yürüyor, biliyoruz. Ama Türkiye’ye bunu nasıl uyarlayabiliriz, onu araştırıyoruz. Birçok yapı, Türkiye’nin sosyal ve ekonomik koşullarıyla uyuşmuyor. Şöyle söyleyeyim: Mesela bir dramaturg olarak senin çalışma saatlerin nedir? Bir işçiyle kıyaslanamazsın ki. Sabah 8 akşam 5 mi çalışacaksın? Bir oyun yazarı da böyle çalışamaz, bir yönetmen de. Peki ya işyerinde bulunma zorunluluğun ne olacak? Diyelim bir kuruma girdin, bu durum başka hukuki sorunları da beraberinde getiriyor. Mesai saati içinde başına bir şey geldiğinde, işveren sorumlu tutuluyor. Ama dramaturg olarak sen neden sürekli işyerinde bulunmak zorundasın? İşte bütün bu problemleri çözebilmek için bir tanıma ihtiyaç duyuyoruz.

Birçok ülkede buna dair örnekler var: Yıllık belli bir süre boyunca sanattan gelir elde ettiğini, emeğinin karşılığını aldığını kanıtlıyorsan -Türkiye’ye uyarlarsak, belli bir süre dramaturg olarak sigortan yatıyorsa- devlet sana şöyle diyor: “Sen bir sanatçısın. Dinlenme hakkın var, araştırma yapma hakkın var.” Ve bu durumda devlet sana bazı ayrıcalıklar tanıyor. Asgari düzeyde geçimini sağlayabileceğin bir maaş bağlıyor.

Yaşam: Yurt dışından bahsediyorsun değil mi?

Onur: Tabii. Ama buna Türkiye’nin mevcut koşullarında gelinemez. Neden gelemez, çok samimi bir yerden söyleyeceğim: Bizim tiyatroyu (Aralık Sahne’yi) biliyorsun. Eğer erken emeklilik hakkı tanınsa, devlet maaş bağlasa, hemen denir ki: “Beni dramaturg olarak sigortala, sana şu kadar para vereyim.” Tiyatronun önünde sıra olur. Bu da yepyeni bir ticarete dönüşür. Suistimale çok açık bir alan. Bizim bunu da önlememiz lazım. Bu haklardan gerçekten bir dramaturgun, bir oyuncunun faydalanması gerekiyor. Evet, herkes sanat yapabilir. Ama profesyonel düzeyde hayatını bu alanda sürdüren insanlar, bu sistemde çok açıkta kalıyorlar. Çünkü bununla ilgili bir kanal yok. Yani biz herhangi bir kişiyiz. Kendimizi üstün ya da kutsal bir yerden konumlandırmıyorum, ama çalışma koşullarımız çok başka.

Daha başka meseleler de var. Mesela ben bir tiyatrocu olarak aslında bir patronum. Çünkü arada başka bir tanım yok; ya işveren oluyorsunuz, ya işçi. Ama bir tiyatro açtığınızda, tiyatroya su bağlatmak için bile “patron” olmak zorundasınız. O zaman bambaşka bir sigorta sistemi, çalışan düzeni içinden hayatınızı sürdürüyorsunuz.

Yaşam: Şu an Resmi Gazete’de yayınlanan bu standartlarla birlikte artık bir meslek kodundan mı söz ediyoruz?

Onur: Bizim arzu ettiğimiz şey, bir “sanatçı kartı” oluşturabilmek. Buradan kastım bir kartvizit değil. “Tiyatro oyuncusu” dediğimizde, alanda kaç kişi var? Stajyer oyuncu olabilir, profesyonel oyuncu olabilir, bu işin kademeleri var. Çünkü bir şey olduğunda… mesela erken emeklilik, yıpranma payı, vize kolaylığı, pasaport gibi konuları konuşabilmek için elimizde resmî bir tanım olması gerekiyor. Tabii ki gönül ister ki “Ben sanatçıyım” dediğimizde bütün kapılar açılsın, bütün sınırlar kalksın, hatta tembellik hakkımız bile olsun. Ama işler öyle yürümüyor.

Biz tiyatro oyuncusu olarak “Erken emeklilik hakkı olur mu?” diye konuştuğumuzda masaya verilerle oturmak istiyoruz. “Şu kadar tiyatro oyuncusu var. Bunların çalışma koşulları şu şekilde. Şu kadar ücretle çalışıyorlar. Şu kadarı sigortalanıyor.”

Problemi görebilmek için önce veriye ihtiyacımız var. Ve şu anda, diyelim ki bu sürecin ikinci aşamasını tamamladık. Sen üniversiteden mezun oldun. Şartlar arasında bu yok standartlarda. Evet, oyunları inceleyebiliyorsun. Tiyatro ile ilgili bilgin var. Ekip içi uyumlu çalışabiliyorsun vs. Bununla alakalı herhangi bir değerlendirme aşamasına girdin. Bir dramaturg unvanını aldın. İşte o zaman o meslek kodun işine yarar. Çünkü şunu diyebiliriz biz: “Türkiye'de şu kadar kişi dramaturg meslek koduyla kayıtlı ve bunlar zaten dramaturglar.” Doktoru kaydetmek için bir yeterlilik var. Berber olmak için de bir yeterlilik var.

Şuradan anlaşılmasını çok arzu etmem, çünkü ben de çok ikna oldum. Sanatın bir yeti olduğu ve herkes tarafından yapılacağı evet, ama o kademelerde kimileri amatör sanatçı kategorisinde olabilir, stajyer sanatçı kategorisinde olabilir. Bizim maksadımız şu: Temel bir işçi olarak, haklarını “bilinçli hoşgörü alanında” değil, gerçekten hak ettiğin için alabilmek. Yani biri göz yumduğu için değil; sigortan denetlenmesin diye değil. Sen zaten sigortalanacağını bil. İşte biz bu adımları, bu netliği sağlayabilmek için atıyoruz. Çünkü bir tiyatro oyuncusunun çalışması sadece prova saati değildir, sadece oyun saati de değildir. Gece yattığı saat de o oyuncunun saatidir. Keza dramaturgun, oyun yazarının da öyle. İşte bu yüzden, bu işler için bu düzenlemelere ihtiyacımız var.

Yaşam: Bir de beni şu çok heyecanlandırdı: Bu standartların tartışmaya açılması, yani bilinmesi, duyulması ve bizim bunlar üzerine konuşmamız başka türlü dayanışma alanları da oluşturabilir. Çünkü bunu aslında yapan Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi. Yani bir inisiyatifin bu kararı alması, emek vermesi, bu niyette olması sayesinde ortaya çıkan bir başarı var ortada. Ve sürdürülebilir bir alan da yaratılmış durumda aslında.

Onur: En önemli kısmı da bu zaten. Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi, 12 kişilik bir yönetim kurulu tarafından yürütülen bir inisiyatif. Uzun yıllardır, herhangi bir maddi karşılığı olmadan, tamamen bir çaba ve özveriyle sürdürülen bir yapı. Ama bu süreci asıl değerli kılacak olan şey, bütün tartışmaların açıkça konuşulabildiği bir ortamın sağlanabilmesi. Ve bunun için katılım şart. Çünkü o 12 kişinin aklıyla, her ne kadar bütün inisiyatifi bilgilendiriyor olsak da, bu süreç ne onların tek başına taşıyabileceği bir sorumlulukta, ne de o yetkinlikte. Biz bunun kabulündeyiz zaten. Uzmanlarla çalıştık, görüştük. Ama artık sektörde çalışanların, ya da bu alanda çalışma arzusu duyanların da sürece dâhil olması gerekiyor. Ne kadar çok kişi sürecin içinde olursa, tanım da o kadar gelişecek ve hepimize daha uygun hâle gelecek.

Şimdi, şuna itirazlar edilmeli. Zaten ne kadar çok itiraz olursa, geleceği o kadar net bir şekilde şekillendirebiliriz. Sınav olacaksa, çok düz mantıkla söylüyorum: Soruları kim hazırlayacak? Nasıl sorular sorulacak? Şu an Mesleki Yeterlilik Kurumu, belirlenen standardın dışında herhangi bir değerlendirme yapamaz. Peki, Türk dili hangi aşamada sorulacak, kimler soracak? Bunlar her zaman şaibeye açık olacak. Türkiye’de yaşıyoruz. Mülakat olduğunda da bu risk devam edecek. Benim kişisel olarak arzu ettiğim şey “Şu kişiler dramaturg olmasın” demek değil. Aksine, dramaturglar haklarını alabilsinler. Yani süreç kapsayıcı olmalı. Dramaturgluk yapıyorsanız, dramaturg olarak nerede durduğunuzu, hangi haklara sahip olduğunuzu bilin, mesele bu. Bu “iyi dramaturg”, “kötü dramaturg” tanımı değil.. Zaten ekip içi uyumla çalışmak gibi şeyler, değerlendirmesi çok flu alanlar.

Yaşam: Evet ama oyuncu, yönetmen, dramaturg, kimden bahsediyorsak zaten… Aslında bu alanlarda netleşebiliyoruz. Senin bahsettiğin diğer meselelerse, bence de daha zamana yayılan, daha çok iş güvenliği gibi konularda muğlaklaşıyor. Ama burada anlattığın şeyler gerçekten çok değerli. Ki bu standartlar, bence biraz daha ulaşılabilir de olmalı. Aslında mevcutlar; araştırdığında karşına çıkıyor. Ama bu bilgiyle birlikte insanların bir kez daha, bu gözle bakması ve bu bilgilere kolayca ulaşabilmesi önemli.

Onur: Biz bu tanımları elde ettikten sonra ancak hak talebinde bulunabiliriz. Ama şu an elimizdeki standartlar da yeterli değil. Şu an sadece şunu söyleyebiliyoruz: Bir dramaturgdan beklenen standartlar bunlardır. Bu standartlar, belki bir kurumun kendi dramaturg alım sürecinde dikkate alacağı ölçütler olabilir. Ama bu aşamada kalkıp şunu diyemeyiz: “Dramaturglar haftada 5 saat çalışsın.” Tabii ki Türkiye koşullarında bunlar hâlâ flu, hâlâ muğlak şeyler. Ama sanırım burada şunu net bir şekilde söylemiş olduk: Henüz mesleki yeterlilik süreci tamamlanmış değil, ve bu tamamlanmadan hak talebinde bulunmak da çok mümkün değil.

Yaşam: Burada sadece dramaturglar değil, bağımsız olarak çalışan tüm tiyatrocular, tiyatro üreticileri için de geçerli bir şeyden bahsediyoruz, değil mi? Yani bu standartlardan sonra gelişecek süreç, sadece bir kuruma giren tiyatrocuları kapsamıyor. Bağımsız, ödeneksiz tiyatrolarda çalışan herkes için geçerli olacak bir süreçten söz ediyoruz.

Onur: Tabii, kesinlikle. Şöyle bir şey harika olur, düşünsenize: Yurt dışındaki bazı uygulamaları neden Türkiye’de sağlayamıyoruz? Çünkü bir meslek tanımı olmadığında süreç suistimale çok açık hâle geliyor.

Ama şöyle bir şey olsa… Diyelim ki tiyatro oyuncularının erken emeklilik hakkı var. Hemen önümüzde tiyatro oyuncuları var, bağımsız ya da kurumsal fark etmeksizin. Yönetmenler var, yazarlar var. Ve bu haklar herkes için geçerli. Mesleğin iç işleyişi de böylece çok daha sağlıklı idare edilir. Mesela organizatör dediğimizde... bu çok daha flu bir alan. Tıpkı bir dönemki müteahhitlik gibi. Ama müteahhitlik artık biraz daha standardize edildi. Aynı şekilde, birinin “organizatör” olduğunu bilmek, daha güvenli bir çalışma alanı yaratır. Çünkü bu kişi dün bu alana girmedi; bu alanda çalışmalar yaptı, bir kuruldan geçti ve artık resmî bir organizatör. İşte o zaman, biz belki de bu işin etik kısmını da tartışabilir hâle geliriz. Ama bu tamamen meslekteki kişilerin süreci nereye evrilteceğine bağlı.

Yaşam: Çok güzel şeylerden bahsettin Onur, o yüzden şu an nereden bağlayacağımı bilemedim.

Onur: Biraz da senden bahsedelim! Gerçekten yaptığın çalışmaları çok kıymetli buluyorum, Yaşam. Hem arkadaşım olduğun için çok mutluyum, hem de çok konuşulmayan bir alana, çok da doğru bir zamanlamayla el attın. Çünkü biz bütün kurullarda şunu diyorduk: Önce gidiyoruz ve dramaturgun kim olduğunu tarif etmeye çalışıyoruz insanlara. Aramızda dramaturg da yok. Kurulda oyun yazarı arkadaşlar var, ama dramaturg yok. Ve Türkiye’deki sayılara baktığımızda o kişiler de dramaturglara ulaşamıyor. Biz de ulaşamıyoruz. Bir taraftan da tiyatro sürecinde dramaturgun ne kadar önemli olduğunu hepimiz hissediyoruz. Bu yüzden hem tiyatroculara bu önemi hissettirdiğin için, hem de kendi meslektaşların arasında bir birliktelik sağladığın için çok mutluyum.

Yaşam: Çok teşekkür ederim, gerçekten. Böyle alanlara çok ihtiyaç duyuyordum. Hayata geçirebildiğimiz için ben de çok mutluyum. Aslında bu süreçlerde, senin de bahsettiğin gibi, bu tür platformların gerçekten bir işlevi olabilir, insanların bir araya gelmesi, süreci sahiplenmesi açısından.

Ama bunun dışında, senin burayla (Dramatist’le) ilgili bir önerin var mı?

Onur: En büyük eksikliğimiz bence arşivle ilgili. Türkiye'nin genel olarak bir arşiv eksiği var ve bence Dramatist bu konuda çok yardımcı olacak. Çünkü tiyatro bir eser ortaya koymadığı için geçmişe döndüğümüzde video kayıtları işimize yaramıyor. Bir oyunla alakalı ne kadar dokümana ihtiyacımız olduğunu fark ediyoruz. Ve bence bu konuda çok iyi bir arşiv oluşturacağını düşünüyorum.

Yaşam: Çok teşekkür ederim Onur verdiğin cevaplar için. Çok keyifli bir sohbetti benim için. Çok bilgilendirici bir sohbetti gerçekten. Bütün bunları daha da konuşacağımız günlerin ve süreçlerin gelmesini umut ediyorum. Kendine çok iyi bak!

Onur: Siz de efendim!


*Bu çalışma Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı kapsamında Avrupa Birliği desteği ile hazırlanmıştır. İçeriğin sorumluluğu tamamıyla Dramatist Türkiye’ye aittir ve AB’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.


1

“Bilinçli hoşgörü alanı”, mevcut yasal düzenlemelere uymayan ancak devletin yaptırım uygulamadığı durumları tanımlamak için kullanılan bir ifadedir. Tiyatro gibi bazı sektörlerde, yasa ile uygulama arasındaki bu boşluk, pratikte bir ‘görmezden gelme’ politikası ile çözülür. Bu durum, güvence sağlamadığı gibi sorumluluğu da sanatçının omzuna bırakır.

Discussion about this episode