Kolektif Üretimde Yazarın Rolü ya da Bebeğim, Yazmak Benim “İşim”
Aslı Ekici, kolektif üretimin yaratıcı karmaşasında oyun yazarının sürekli değişen (ve biraz da kafa karıştıran) rolünü tartışmaya açıyor.
Etkili bir tiyatro metni üretmenin ilk adımı, şu soruyu sormakla başlamak olabilir: Neden 2025’te hâlâ tiyatro yapıyoruz? Yani, bu çağda, gündelik iletişimin büyük ölçüde ekranlarda yaşandığı, dikkat süresinin hızla kısaldığı, hakikatin dahi yerini çoğu zaman duygusal doğrulara bıraktığı bir zamanda, bir grup insanın sahnede başka bir grup insana canlı canlı bir şey anlatmasının hâlâ nasıl bir anlamı var? Ne tür bir karşılaşma arzusu bu ısrarın altında yatıyor? Ve biz, bu arzunun peşinden sürüklenirken hangi araçlara tutunuyoruz?
Bu soruya yanıt ararken, kendimi kelimelerle kurduğum ilişkinin tam ortasında buluyorum. Onlara dil aracılığıyla yüklediğimiz anlam, bu anlamı sürekli değiştirip dönüştürme çabası, aylar boyunca bir odada yankılanan sözcüklerle baş başa kalmak ve sonunda o yankının başkalarına ulaşmasını umut etmek... Bu, zahmetli, katmanlı ve bir o kadar da büyüleyici bir süreç. Binlerce kelime içinden yalnızca bir avuç seçmek, bize verilmiş söz hakkını, belki de bir daha verilmeyeceğini bilerek, en doğru biçimde kullanmaya çalışmak. Geri kalan her kelimeyi dışarıda bırakmak. Bu karar anı, çoğu zaman geri dönüşsüz, hatta ürkütücü olabilir.
Peki, bu ağırlığı yalnız taşımak zorunda mıyız?
Metnin tek bir zihne ait olduğu fikrini sahnenin omuzlarından indirmek mümkünse, belki de tiyatronun o kaçınılmaz karanlık gölgeleri bir nebze olsun dağılabilir. İşte tam bu noktada, kolektif üretim pratikleri ve oyun yazarının bu süreçteki konumu üzerine yeniden düşünmeye ihtiyaç var.
Oyun yazarı bir tiyatro oyununun neresinde durur? Sürecin başlatıcısı mı? Katılımcı bir tanık mı? Yoksa ekibin düşünsel çatısını şekillendiren bir kolaylaştırıcı mı? Geleneksel anlamda metni “inşa eden” kişi olmak, kolektif üretimde nasıl yeniden tanımlanabilir? Yazar yalnızca yazan kişi midir, yoksa dinleyen, kaydeden, tekrar eden, seçen, ayıklayan, öneren biri midir?
Yazarın sahadaki varlığı ne kadar sürmelidir; provaların ortasında mı, kenarında mı, sonunda mı yer almalıdır? Kimin sözü metne girer, kimin sesi duyulur, kimin deneyimi kayda geçer? Yazar herkesin yazar olduğu bir ortamda kendine özgü bir rol tanımlayabilir mi?
Yoksa bu “herkesin yazarı” fikri, yazarlığı görünmez ve değersiz kılma riskini de taşır mı?
Yazarın emeğini kolektif üretimde nasıl koruruz, nasıl tanırız, nasıl görünür kılarız?
Son yıllarda Türkiye’de özellikle bağımsız sahnelerde ve genç topluluklar arasında kolektif üretim pratiklerinin görünürlüğü artıyor. 2021 yılında Kadir Has Üniversitesi zemininde bir araya gelen Reka Kolektif’in kurucularından ve yazarlarından biri olarak, bu mesele üzerine hem teorik hem de pratik düzeyde düşünmeye, araştırmaya ve üretmeye çalışıyorum. Yüksek lisans tezimde bu konuyu merkeze alıyor, farklı topluluklarla çalışarak deneyimimi genişletiyorum. Ayrıca, Dramatist Türkiye platformunda hazırladığım “Yazarlar İçin Rehabilitasyon Merkezi” adlı podcast serisiyle, oyun yazarlarının yaratım sürecindeki yalnızlığı, baskıları ve dönüşüm anlarını ele alarak, dramaturg ve yazarlar için ifade ve karşılaşma alanları yaratmaya çalışıyorum. Bu yazıda da, olabildiğince geniş bir çerçeve çizerek, kolektif üretimde yazarın rolü üzerine düşünmeye ve yeni sorular sormaya devam edeceğim.
Temmuz 2024’te Barselona’daki Sala Beckett’in uzun yıllardır düzenlediği “Uluslararası Genç Oyun Yazarları Buluşması”na kabul edildim. Sekiz gün boyunca, farklı ülkelerden gelen genç oyun yazarlarıyla her sabah aynı masanın etrafında toplandık; birlikte oyunlar oynadık, egzersizler yaptık, bedenlerimizi ve zihinlerimizi birlikte ısıttık. Atölyenin yürütücüsü, oyun yazarı Simon Longman, bu süreci genç bir yazar olarak var olmanın yarattığı stresi en aza indirecek şekilde, dikkatli ve kapsayıcı bir yaklaşımla yönetti. Her gün, sabahları ve öğle aralarından sonra, fiziksel oyunlarla başladığımız seansların ardından belirlenmiş kavramlar üzerine düşünmeye ve sunumlar yapmaya geçtik. Kalan zamanlarda ise Simon’un ya da/ ve biz katılımcıların yönettiği yazı egzersizleriyle çalıştık. Egzersizler, kişisel hayatlarımızdan bağ kurabileceğimiz verilerle başlıyor; ardından belli kurallar çerçevesinde yapılandırılarak, birbirimizle temas etmemizi kaçınılmaz kılıyordu. Örneğin birinde sınıf, ikili gruplara ayrıldı. Herkes, daha önce yanıt bulamadığı, onu sıkıştıran bir deneyimini üç dakika boyunca karşısındaki kişiye anlattı. Dinleyici ise bu kişiye, kendi anadilinde bir yanıt mektubu yazdı. Mektuplar olayın öznesine teslim edildi, ancak içerikleri üzerine konuşulmadı. Bunun yerine, bu tür duygu yoğunluğu yüksek konuların sahnede nasıl aktarılabileceğine dair bir geri bildirim çemberi ve serbest bir paylaşım alanı açıldı. Egzersizlerin içeriğinden çok, üzerine yaptığımız tartışmalar beni yazma konusunda hem teşvik etti hem de yalnız olmadığımı hissettirdi.
Oyun yazarlığını odağına alarak tasarlanıp işletilen bu binada, farklı ülkelerden mesleğinin genç profesyonelleriyle birlikte, zamanı durdurup bir odaya kapanmak... Bu deneyim, neden Türkiye’de tiyatro yapmaya ısrarla devam ettiğimi yeniden hatırladığım; kendimi yerli yerinde, canlı ve anlamlı hissettiğim bir zaman dilimiydi.
On kişilik grup içinde “devised üretim”1 pratiği olan tek yazar bendim. Diğer katılımcıların bana yönelttiği “Bu yöntem çok zor olmalı” ve “Nasıl sürdürebiliyorsun?” gibi sorular, kendi pratiğimi yeniden tanımlamama vesile oldu.
Bu sırada Türkiye’de ortak yazarlarından olduğum Haberci oyununun provaları devam ediyordu. Oradan bana videolar, notlar, ses kayıtları – kısaca “deneyler” – ulaşıyordu. Aktif olmam gerekiyordu: hem orada hem burada. Bu “aktiflik” hali; bir bedenin, bir zihnin ve bir grubun eş zamanlı üretime açık olması, Sala Beckett deneyimiyle sürmekte olan provalar arasında kurduğum beklenmedik kıymetli bir ortaklığa işaret ediyordu.
Bu ortaklığı, “aktif olmak” kavramını açarak derinleştirelim.
Provaya, henüz tamamlanmamış, bir yazar antremanının ürünü olan metin parçalarıyla gitmek… Prova sürecine dâhil olmak, oyuncuların doğaçlamaları ya da yaratıcı yorumlarıyla metni birlikte dönüştürmek… Prova dışında da yaratıcı ekiple zaman geçirerek fikirleri tartışmak, birbirini ikna etmeye çalışmak… Bunların tümü ortak bir yaratım havuzu kurmak anlamına geliyor olabilir mi?
Bu yaklaşım, Simon’un atölyelerde izlediği yönteme fazlasıyla benziyor: Bize bir şey “öğretmek” yerine küçük gruplar halinde tartışmalar açıyor, bu tartışmalardan süzülen fikirleri birlikte değerlendiriyor ve sonunda tüm katılımcıları dinleyerek süreci ilerletiyordu. Bir başka egzersizde ise herkes ortaya materyaller yığıyor, ardından bu parçaları bireysel olarak, hem belirli kurallar hem de rastgelelik içinde yeniden diziyorduk. Bu pratikler bana, kolektif üretimde yazarın benimseyebileceği bir pozisyonu düşündürüyor: Yani hem alan açan hem toplayan hem şekillendiren bir tür aktif varlık hâli. Buradaki “aktiflik”ten kastım yalnızca fiziksel bir hareketlilik değil; duygusal, politik ve sanatsal bir var oluş biçimi. Bazen yalnızca orada olarak, sessizce tanıklık ederek ya da gerekli anda müdahil olarak da bu aktifliğin sürdüğüne inanıyorum. Bu çerçevede yazar, sadece yazan değil, aynı zamanda düşünen, dinleyen, bekleyen ve gerektiğinde yön veren bir özne hâline geliyor.
Uzaktan bakıldığında ağız sulandıran bu sistemin, Türkiye'ye dönüp Haberci provalarında benzer egzersizleri uyguladığımda harika sonuçlar doğurması bir yana, yer yer oldukça zorlayıcı olduğunu fark ettim. Bu zorluklar üzerine düşünürken, kolektif üretimde yazarın, tüm yaratıcı ekibin kendini süreç içinde “gerçekten içeride” hissedebilmesi için nasıl bir yapı tasarlaması gerektiğini sorgulamaya başladım.
Bu uzun ve bitimsiz — evet, pozitif anlamda doğum sancılarını andıran — sürecin ancak tüm yaratıcı birimlerin ihtiyaç duydukları kadar alana sahip olabildiği koşullarda kolaylaşabileceğine inanıyorum. Yazar, gerektiğinde kostüm tasarımcısıyla, kostüm tasarımcısı ışık tasarımcısıyla, yönetmen ses tasarımcısıyla... Bu ilişkiler birbirini besleyen, birbirini çoğaltan, zaman zaman küçülüp zaman zaman genişleyen çemberler gibi düşünülürse kolektif üretim, bu esnek çemberlerin iç içe geçtiği organik bir dans olabilir.
Evet, zor. Buraya yazarken de, içinden geçerken de oldukça zor bir niyet bu. Kolektif üretim sürecinde, yazarın katkısını tüm yaratıcı birimlerle eş zamanlı bir şekilde gerçekleştirebilmesi, ancak ve ancak arkasındaki kaynakların varlığına bağlı.
Süreç üzerine düşünmenin ve bu yazıyı yazmanın, bizlere hali hazırda sunulmayan bu kaynakları talep etmek için bir başlangıç olabileceğine inanıyorum. İşimi yapma konusunda benimsediğim bu ısrar, zihnimde "Bugün neden hâlâ tiyatro yapıyoruz?" sorusuyla birleşiyor ve kolektif aklın peşinden bir yazar olarak koşmakla anlam kazanıyor. Deneyimlerim gösteriyor ki, herkesin birlikte düşündüğü, fikirlerin birbirine çarpıp hiç ummadığımız yerlerimizi yonttuğu, nazik bir uyanıklıkla bir arada olduğumuz anlar ise ısrarımızı açıklıyor.
Bu cümbüşü kristalize etme, somut bir forma dönüştürme görevi ise mesleki heyecanımın kaynağı. Etkili bir metin üretmenin yolu, bugün bana, yaşayan bir çemberde doğan ve sürekli dönüşen bir metnin peşine düşmek ve bu yolculuğu gerçek kılabilecek kaynaklarla bir araya gelmek gibi görünüyor.
“Devised üretim, önceden yazılmış bir metne dayanmadan, bir grubun araştırma, doğaçlama ve keşfe dayalı kolektif düşünme yoluyla sahnede özgün ve yaratıcı bir anlatım geliştirdiği bir yaratım biçimidir.” Complicité. Devising: Teachers’ Notes. 2023. Erişim Tarihi: 6 Mayıs, 2025. https://www.complicite.org/wp-content/uploads/2023/03/1439372000Complicite_Teachers_pack.pdf
*Bu çalışma Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı kapsamında Avrupa Birliği desteği ile hazırlanmıştır. İçeriğin sorumluluğu tamamıyla Dramatist Türkiye’ye aittir ve AB’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.
Aslı Ekici Kimdir?
Oyun yazarı Aslı Ekici, ortaklaşa üretime dayalı tiyatroyu bir sahneleme yöntemi olarak benimseyen Reka Kolektif’in kurucularındandır. Orta Doğu Teknik Üniversitesi KKK’da Psikoloji okuduktan sonra, Kadir Has Üniversitesi’nde Film ve Drama Yüksek Lisans Programı’nı Yazarlık alanında eğitimine devam etti. Aile, toplumsal cinsiyet ve normatif kültürler etrafında şekillenen meselelerle ilgilenen Ekici, Zorlu PSM ve GalataPerform gibi kurumlarda çeşitli oyun yazarlığı programlarına ve atölyelere katıldı. 2023 yılında katıldığı bir yarışma kapsamında yazdığı oyun, Nilüfer Belediyesi Tiyatrosu tarafından yayımlandı ve sahnelendi. 2024’te aynı tiyatro için bir çocuk oyunu kaleme aldı. Yine aynı yıl içinde, İKSV Tiyatro Festivali kapsamında sahnelenen Haberci’nin ortak yazarı.