
Dramaturgluk Bir Meslek Midir?
Bir işi meslek yapan nedir? F. Nesrin Karadağ, bu sorudan yola çıkarak dramaturgluğun sınırlarını tartışıyor.
Önümde kocaman bir fil duruyor. Tutanın tuttuğu yerinden tarif etmeye çalıştığı bu devasa şeyi tüm boyutlarıyla tanımlamak istiyorum. Kulakları neden bu kadar büyük, kuyruğu neden orada? Zıplayamamasının kültürel, tarihsel ve evrimsel kökleri neler? Sesi bu cüsseye göre yeterli mi? İç organlarının büyüklük ve işlevi nasıl? Dünyaya baktığım pencereye göre bu kocaman şeyin varlığının anlam ve amacı ne? Tanrı onu neden yarattı? Tüm bu sorulara cevap ararken varmaya çalıştığım nokta filin her yönüyle onu alımlayacak olan için anlaşılır hâle gelmesi. Bu olurken de estetik, insanı anlamlı ve akıllı hissettiren bir duygu yaratmak ve alımlayıcının da yeni sorular sormasını sağlamak istiyorum.
Ben bir dramaturgum. Bu bir meslek ama öyle bir meslek ki sadece tiyatroyu ya da metni değil, size tüm hayatı yeniden anlamlandırma olanağı veren bir donanım. Hani “mesleki deformasyon” derler ya, her meslek erbabının hayatı kendi zaviyesinden görme ve anlamlandırma eğilimi diyelim biz ona. Kafanız neyle meşgulse bütün hayatı onunla anlamaya çalışma hâli. Fakat bizim mesleğimiz belki de tam tersi; mesleki formasyon olarak sizi daha anlamlı ve anlaşılır bir hayat yaşamaya iter. Ezcümle güzel meslektir ama bu mesleği hayatı anlamanın ötesinde ekmeğinizi kazanmak için yapmak istediğinizde olaylar başka türlü gelişir.
“Meslek” dedim ama belki de tartışmayı buradan başlatmak gerekir. Bir işi meslek yapan bazı temel kriterler vardır:
Belirli bir eğitim, uzmanlık ya da deneyim gerektiren bilgi ve becerilere sahip olmak.
İşin sürekliliğinin sağlanması. Dönemsel ya da geçici işler, meslek tanımına giremediği için işin düzenli ve sürekli yapılması gerekir. (Bu da bizim için tartışmalı bir alan.)
Uğraşın kişiye maddi bir gelir sağlaması. Gönüllü olarak yapılan ya da hobi olarak sürdürülen faaliyetler, işi meslek olmaktan uzaklaştırır. (Çok tanıdık geldi değil mi?)
Mesleğin toplum tarafından tanınması ve bir statü olarak kabul görmesi.
Bir mesleki örgütlenme içinde, mesleğin etik ilkelerinin ve standartlarının tanımlanmış olması.
Mesleğin kendine ait bir odasının, sendikasının yani örgütlenmesinin olması.
Hadi şimdi baştan düşünelim; dramaturgluk bir meslek midir?
Dramaturgluk doktorluk gibidir. Herhalde meslek deyince aklımıza ilk gelenlerden, yukarıda saydığımız bütün kriterleri neredeyse adlı adınca sağlayan üç beş meslekten biri doktorluktur. Eğitim bizim alanımızda da hiç bitmez, elinize geçen her metne neresinden yaklaşmanız gerektiğine karar verirken tıpkı bir doktorun hastasına tanı koyması gibi belki de hiç bilmediğiniz sulara dalmanız gerekir. Bu sonsuz ihtimaller dünyasında her şeyi bilmeniz mümkün değildir ama kesinlikle yüzmeyi bilmeniz gerekir. Okul ya da eğitim, adına yüzme dediğim bu yetiyi kazandırmakla yükümlüdür. Tüm akıntıları, suyun içinde ne olduğunu, tüm su canlılarını ve neden orada olduklarını anlayabilecek araçları size vermiş olmalıdır. Belki bir palet, bir şnorkel veya en iyisi bir gözlük (daha net görebilmek için). Bu gözlük, size verilen temel eğitim altyapısının size sağlayacağı vizyon, gözlüğü takmaya duyduğunuz arzuysa entelektüel merakınızdır. Bu durumda okulda asıl verilmesi gereken bilgi değil, bir bakış açısı ve bir nosyondur.
Tamam kabul ediyorum; biraz karışık oldu. Gözlük ve şnorkel takmış doktor önlüklü bir dramaturgun suya dalıp orada neler olduğunu anlamaya çalıştığını gözünüzde canlandırdım. Aslına bakarsanız iyi de yaptım; çünkü durum aslında tam olarak bu.
Dramaturji bir soru sorma işidir: Öncelikle metne, sonra sahneye, oyuncuya, role, sonra tiyatro adına sahnede bulunan her şeye soru sorarsınız. Her sanat eserinde olduğu gibi yapının bütünündeki her öge, çizilmiş her çizgi, konulmuş her obje, yakılmış her ışık, sahnede olan her şey bütünün parçası olmak, mutlaka metinle ve metnin anlam evreni ile ilişkili olmak zorundadır. Sahnede olan ve olmayan her şeyin hesabı verilebilir olmalıdır. Bu bağlamda hangi metne, hangi oyuna, hangi soruyu soracağını bilmek temel mesleki nosyonun zenginliğiyle doğrudan ilişkilidir.
Peki, mesleki nosyon sadece akademik eğitim esnasında gördüğünüz temel tiyatro dersleri, metin analizleri, hocalarımızın bize gösterdiği ve bakmamızı istediği açıyı kazanmak mıdır? Ya da şanslıysak donanımlı insanlarla karşılaştığımızda elde edeceğimiz bilgi ve beceriler midir? Belki hepsi, belki hiçbiri. Bana öyle geliyor ki; eğitim bir bütündür ve başladığı ilk günden itibaren kat kat inşa edilen bir mimari eser gibi algılanmalıdır. Dolayısıyla da sadece bir sınavı kazanarak gelinen bir okulda alınacak donanım yeterli olmayacaktır. Bütün eğitim sisteminin özellikle doğru okuma, yazma, okuduğunu anlama gibi becerileri en temelde kazandırmaya; sonrasında da ülkenin bütün çocuklarının temel düzeyde de olsa düşünmesini, sorgulamasını, dünyasını zenginleştirmesini sağlayacak eserlerle karşılaşmasını mümkün kılan bir müfredata ihtiyacı vardır. Kurumsallaşmamış iyi niyetli çabalar sadece kendi dönemleri için bir iyilik ve yetkinlik yaratabilirler. Bu da tahmin edeceğiniz gibi yeterli olmayacaktır.


Burada görmüş olduğunuz sararmış defter yaprakları babama ait lise edebiyat defterinden. Sayfaların köşesinde görüp anlayacağınız üzere yıl 1960, yer Anadolu’nun ortasında Sivas Lisesi. Yanlış anlaşılmasın babam lisede edebiyat okumuş bir öğrenci değil, kendisi fen bölümü mezunu, sonrasında da bir matematik öğretmeni. Sanıyorum bu sarı sayfalar ne demek istediğimi benden çok daha iyi anlatıyorlar. Yazısının ne kadar güzel olduğu da umarım dikkatinizden kaçmamıştır, bu arada unutmadan söyleyeyim kendisi bu defteri tutarken henüz 16 yaşında. Ah benim güzel ülkem…
Mesleki olarak eksikliğini hissettiğimiz bir diğer temel eğitim meselemizse, uygulamalı dramaturji yapma gereğinin de yine kurumsallaşan bir yapıya dönüşmemesidir. Öğrenciler, eğer şanslılarsa, kendi yarattıkları imkânlarla bu açığı kapatmaya çalışmaktadırlar. Oysa kurumsallaşmış bir eğitim kapsamında dramaturji öğrencileri, özel ve ödenekli tiyatrolarla yapılacak iş birlikleriyle uygulamalı olarak tiyatronun içinde bulunabilmeli ve kâğıt üstündeki bu işi elle tutulur, gözle görülür şekilde deneyimlemelidir. Aksi durumda tiyatro oyuncusu ya da ünlü olmak isteyen yolu hasbelkader dramaturji bölümüne düşmüş olan oyuncu namzetlerinin uygulamanın içinde yer alma ısrarının ötesinde bu alana olan ilgisi daha çok edebiyat ve yazı üzerinden ilerleyen dramaturg adayları neredeyse hiç tiyatro mutfağı görmeden mezun olmaktadır.
Elbette tek bir biçimde yapılan dramaturjiden söz edemeyiz. Zehra İpşiroğlu’nun Dramaturgi Tiyatroda Düşünsellik kitabında uzun uzun bahsettiği metinsel dramaturji, sahneleme dramaturjisi ve uygulamalı dramaturji; bu işin metnin önünde masanın başında mı, yoksa sahnenin önünde yönetmenin yanında mı yapılacağını irdeler. Bu dramaturji öğrencilerinin sahada bilfiil bulunup bulunmayacağıyla ilgili bir seçimi de ortaya koyar. Beri taraftan metnin ya da oyunun gerçek anlamıyla çok boyutlu çözümlenebilmesi için dramaturgun çok daha fazla donanıma ve temel düzeyde de olsa bilgiye ihtiyacı vardır. En azından giriş dersi düzeyinde bildiği kavram setini zenginleştiren donanım, devamında kendi araştırmasını yapabilen öğrenmeyi öğrenmiş iş insanlarına dönüşmesini sağlayacaktır. Dramaturji öğrencisinin; tarihsel dramaturji, modern dramaturji, dijital dramaturji, politik dramaturji ve daha da ötesinde metne sosyoloji, felsefe, psikoloji ve siyaset bilimiyle bakmasını sağlayacak bir takım ek derslere ihtiyaç vardır. Madem hayal kuruyoruz, daha da fazlasını istemek gerekirse; tiyatronun diğer sanat dallarıyla kurduğu ilişkinin daha derinlikli ele alındığı; müzik, resim, diğer sahne sanatları, 20. yüzyıl sanatı ve sanat tarihinin anlatıldığı bir müfredat hiç de fena olmaz. Ama maalesef bütün iyi niyetli çabalara rağmen müfredatımızın bu zenginlikte olmadığını hatta Türkiye’deki üniversitelerin (bizim bölümlerimiz de bundan azade değil) giderek daha da fena bir yere geldiğini söylemek herhalde yanlış olmaz. Eksik olur ama kesinlikle fazla olmaz.
Dramaturjinin ikiz kardeşi eleştirmenlikten söz etmeden bu eğitim bahsini kapatmak mümkün olamaz. Hatta eleştirmenlik eğitimi olmadan dramaturji eğitimi de olamaz. Dramaturg bir metne yaklaşırken elinde tutması gereken ana alet yukarıda saydıklarımızın çok ötesinde bir bakış açısı, bir kültür meselesidir. İtiraz eden, eleştirel düşünebilen, yaratıcı fikirler ortaya koyan biri ancak iyi bir eleştirmen ve dolayısıyla da iyi bir dramaturg olur. Baştaki sözlerimize geri dönersek dramaturg metne soru soran kişidir dolayısıyla metni yargılayan kişidir, dolayısıyla olaylara itirazla ve eleştiriyle bakmakla yükümlüdür. Bu donanım, dramaturji eğitiminin içindeki en önemli meseledir. Özgür düşünen, özgür hisseden, sözünü söylemekten korkmayan nesillere olan ihtiyacımız bu konunun da başat belirleyicilerinden biridir. Lafı uzatmayalım; Ahh benim güzel ülkem…
Bu kadar uzun eğitim lafından sonra meslek kriterlerimize geri dönersek yine lafı hiç uzatmadan söylemek icap eder ki; bizim bu mesleğimizi hâlihazırda ödenekli tiyatrolarda kadroyla görev yapan dramaturglar, güçlü ve bilinen birtakım gruplar ve kumpanyalara dâhil olanlar dışında düzenli ve sürekli yapabilen pek de kimse yok. Dolayısıyla çoğunluğumuz gönüllü ya da “hobi” olarak bu işi yapabildiğimizde kendimizi şanslı sayıyoruz. Gönüllü ve “hobi” olarak dediğime göre işin aslı büyük çoğunluğumuz bu işten ekmek yiyebilmeyi geçtim, maddi kazanç sağlayabiliyor gibi bile görünmüyoruz. Ancak tiyatroların çok küçük bir azınlığı oyunlarında dramaturga ihtiyaç duyuyor dolayısıyla yaygınlığı az olan kendi camiasında bile yeterince bilinemeyen bu meslekte statüden, standartlardan, mesleğin yeterince tanınırlığından söz etmek pek de olası değil.
Peki böyle bir eğitim ve meslek tablosunun içinde mezun dramaturg ne yapıyor? Ne yapacağını bilemeyen dramaturg başka işlere yöneliyor, şanslıysa sektör içinde kalıyor, değilse kendini bambaşka alanlarda buluyor. Kendini yeterince donanımlı hissetmediğinde, öğrenme yolculuğunu tek başına yapamayacağını düşündüğünde kendini yenilmiş ve mesleksiz hissediyor. Becerikli ise ve diğer alanlarda kendini donattıysa daha çok ilgisini çeken yönetmenlik ya da yazarlığa geçiş yapmayı tercih ediyor (Sorun değil, onlar da bizim kardeşimiz). Tuzu kuruysa, başka işlerden maddi kazanç elde edebilme imkânı varsa o zaman da gönlünü hoş tutup tiyatro seyredip eleştiri yazısı yazıyor.
Gördüğünüz gibi tarif etmeye çalıştığım fil oldukça büyük. Tarif edebilmek adına ona sahip çıkabilmek için yardımlaşmaya, örgütlenmeye ve bir arada durmaya ihtiyaç var. Belki hepimiz bir tarafından tarif eden dramaturglar olmayı başarırsak bu filin ne işe yaradığını, ne kadar eğlenceli ve gerekli bir şey olduğunu herkese anlatabiliriz. Daha önce de söylemiştim ya; gerçekten güzel meslek ve meslektaşlarımın ona sahip çıkmalarına çok ihtiyacı var.
Kaynakça
Bütün, Mustafa. Çalışma Sosyolojisi: İş ve Mesleklerin Dönüşümü. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık, 2020.
İpşiroğlu, Zehra. Dramaturgi: Tiyatroda Düşünsellik. İstanbul: İkaros Yayınları, 2018.
Okuldaki tüm hocalarım.
İzlediğim bütün oyunlar.
Okuduğum bütün kitaplar.
F. Nesrin Karadağ Kimdir?
Hacettepe Üniversitesinde Çocuk Gelişimi, İstanbul Üniversitesinde Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji okudu. Yüksek lisansını Ankara Üniversitesi’nde Yaratıcı Drama alanında, yan dal eğitimini İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde yaptı. Çocuklarla ve yetişkinlerle çeşitli eğitim çalışmaları yürüttü. Hâlen üniversitelerde ders vermekte, çeşitli mecralarda tiyatro ve sinema eleştirileri yazmaktadır. Aklı yettiği, gözü gördüğünce yazmaya, izlemeye, okumaya devam edecek.